ÖYKÜ 

TEPEGÖZ

çünkü insan olmanın, bir şeyi doğrudan doğruya yaşantılayabilme aldanmacasını, hatta kuruntusunu içerdiğiFriedrich Dürrenmatt, Gözlemcileri Gözlemleyenin Gözlemi

Karşısında aniden beliren gölgenin koyu bir leke katmanından giderek bir insana dönüştüğünü fark eden G., sanki yüzyıllardır tam olduğu noktada duruyormuş ve kıpırdamaya mecali yokmuş gibi saçını arkaya atarak öylece kalakaldı ama tam da o noktada kalakalmasındaki asıl sebep, kendine doğru gelen adamın görünüşündeki aklını karıştıran şeyi bir türlü bulamamasıydı ve her geçen saniye, bu bulamayışın ruhunda doğurduğu sıkıntıyı katbekat artırıyordu ve bu sıkıntıyı üstünden atacak hiçbir çözümün aklına gelmeyişinin yarattığı sabırsızlık adeta kendine doğru gelen tekinsiz adamla güçlerini birleştirip güçlü kollarıyla onu boğmaya çalışıyordu ama adam G.’nin tersine çok sakindi, hatta o kadar sakindi ki kumlarda kayan bir kumaş parçası gibi hareketleri ölçülü, uyumlu ve şaşırtıcıydı, G. bunu görünce adamın çölde yürümeye alışık olduğu hissine kapıldı ve bu his kalbinin daha da hızlı atmasına neden oldu çünkü kendisi buraya yabancıyken adam belli ki buraların yerlisiydi ve sakin sakin gelip tam karşısındaki kum tepeciğinin yamacına bağdaş kurup oturduğunda G. bu fikrinde ne kadar haklı olduğunu anladı çünkü adamın kendini kumlara bırakışı genç ve güzel bir kadının kumlara bıraktığı bembeyaz bir mendili andırıyordu, sonra G. aniden kendisini rahatsız eden o şeyin ne olduğunu anlayınca midesi bulandı ama kendini tuttu, kusmadı, onun yerine adama selam verdi, adam da onun selamını aldı ve alnının ortasındaki objektiften sanki küçük bir parıltı ay ışığı altında ışıldayan kumlara doğru geçip gidiverdi, G. daha dikkatle bakınca yanılmadığını anladı ve adamın kara gözlüklerinin arkasındaki şeyi merak etmekten derhal vazgeçmeye çalıştı çünkü adamın alnının ortasına yerleşmiş bulunan objektif hayal gücünü tetikliyor, aklına gelen şeyler filmlerinin sahnelerini hayal ede ede hayal kurmakta ustalaşmış zihninden bin bir çeşit korkunç imgenin geçmesine neden oluyordu, adamın tüm bu imgelem akışını bölen sesi duyulduğunda G. soğuk soğuk terlemeye başlamış, adamın kumlardaki deseni andıran ayak izlerine bakıyordu, adamın tüm bu yaşananlardan dolayı kendisinden özür dileyen sesi kulağına hafif esintinin içindeki bir davet gibi geldiğinde bile tam anlamıyla neler olup bittiğini anlamış değildi, adamın ağzının açılıp kapandığını görüyor ama söylediği şeylerin bir anlamı olup olmadığından emin olamıyordu, sonra adamın ağzının hiç kapanmadığını fark ederek kendine ulaşan seslerle dudaklar arasındaki uyumu yakalamayı başardı ve adamın özürlerinin birkaç kez tekrarlandığını duydu, adama göre bütün bu olup bitenlerin nedeni onları kumlara iten şeyle aynıydı, yani kendi kaderleriyle yüzleşme isteğiydi, bu fikri kısacık bir sürede tartan G. nedense adamın doğruyu söylediği hissine kapılarak adamın iddia ettiği diğer şeylerin, yani çölde olmakla çölü düşünmenin farklı şeyler olduğu, kırmızı kürklü mantonun çölde hiçbir anlamının olmadığı, Danimarkalı gazetecinin bir türlü bunu anlamak istemediği düşüncelerinin de doğru olduğuna inanıp adama bir şeyler söylemek için hazırlanırken adamın alnındaki bu şey için ondan özür dilediğini ama başka türlüsünün elinden gelmediğini, alnının ortasındaki bu teknolojiyi kendisiyle savaş sanayiinde çalışan bir arkadaşının tanıştırdığını, bu arkadaşının çok yetenekli bir mühendis olduğunu ama silah şirketleri arasında devam eden mücadelede harcanıp gittiğini, bir türlü hak ettiği yeri bulamadığını, zaten kendisinin de onun aslında bir bilim adamı olduğuna inandığını, hatta bu konuda onu çok defa desteklediğini ama yolları ayrıldıktan sonra ondan bir daha haber alamadığını, arkadaşının tehlikeli insanlar için çalışmasından korktuğunu, bu korkusuna temel olabilecek herhangi bir şey yaşamamalarına rağmen çölün kendisini her şeyden korkar hale getirdiğini, çölde yaşamanın başka herhangi bir yerde yaşamaktan çok farklı olduğunu, o çok yetenekli arkadaşı çölde burada yaşasaydı şimdi onun nerede olduğunu bilebileceğini, çünkü çölün insanı burada olana yakınlaştırdığını ve savrulup giden düşüncelerden onu uzak tuttuğunu, şu an karşısında duran kadına zum yapacağını ama bundan kadının korkmaması gerektiğini, sadece iyi olup olmadığını merak ettiğini, ama istemiyorsa yapmayacağını, çünkü insanların istemediği şeyleri onlara yapmaktan nefret ettiğini, geçmişinde bu suçu birkaç kez işlediğini ama şimdi o zamanların çok uzaklarda kaldığını, yine de bu anlar aklına geldiğinde ağır bir pişmanlığını sızısıyla sarsıldığını, kendisine zum yaptığını, kafasındaki aletin gece görüşü de bulunduğunu, iki gözünün de kör olmasının günahlarının kefareti olduğunu, kafasının içine gömülü kameranınsa kendisine bahşedilmiş bir mükâfat olduğunu, zamanında kendi gözleriyle gördüğü şeyleri unutmak için arkadaşının bu aleti kafasının içine yerleştirmesine rıza gösterip göstermeme konusunda uzun uzadıya düşündüğünü ama artık dünyayı gerçek anlamda görmek istediğini, gözlerden bağımsız görebilme duygusunun müthiş bir ayrıcalık olduğunu, çünkü bu görme biçiminde ne duygulara ne de başka ışık kırıcı etkenlere yer olduğunu, görüntünün sadece görüntü olarak ve neredeyse ne ise o olarak kendisine ulaştığını, bu görme biçimini herkese önerdiğini ama insanların çoğunun korkak olduğunu, çünkü insanın doğasının bu biçimde evrimleştiğini, tanrıya inanıp inanmamayı artık dert etmediğini, çünkü dünyayı gerçek anlamda gördüğünü, masum insanlarla dolu bir köyün düşman askerleri tarafından yağmalanıp yakılmasıyla bir çiçeğe konan güzel bir kelebeğe aynı şekilde bakabildiğini, yaratılış denen şeyin artık bir mucize olduğuna inandığını, çünkü kendisi gibi görebilen bir insanın başka hiçbir şekilde düşünemeyeceğini söyleyip çölün altındaki tesise gelmek isteyip istemediğini G.’ye sordu ama sanki G.’nin yanıtını beklemeden ve biraz da umursamadan, hatta gurur duyarak artık gören değil de gözlemleyen bir insana dönüştüğünü, elde tutulan kamerayla insanın kafasının içine yerleştirilmiş bir kamera arasında hiçbir şekilde bir benzerlik olmadığını, kameranın insanın uzantısı değil de insanın kameranın uzantısı olduğu bir dünyayı yeğleyeceğini, şu an karşısındaki kadını görmediğini ama gözlemlediğini, bunu anlayabilmek için insanın kendi gözleriyle gördüğü şeylere inanmaması gerektiğini, nasıl kör olduğunun hikâyesini bir başka zaman anlatmak istediğini, çünkü bu iç karartıcı hikâyeyle güzel çöl akşamını mahvetmek istemediğini ama birazcık düşünürse G.’nin bunu kolaylıkla anlayabileceğini, ismini kendisine polis şefinin verdiğini, polis şefini çok yakından tanıdığını, kendisinin zaman zaman kendisini tesiste ziyaret ettiğini, polis şefi ne zaman tesisi ziyaret etmeye gelse elinde kameralarla dolaşan insanların çölün orasından burasından sanki karınca yuvalarından çıkıveren heyecanlı karıncalar gibi çıkıverdiğini, çöl rüzgârı olmasa her yerin bu ayak izleriyle, yani film çeken insanların ayak izleriyle kaplı olacağını, film çekmenin görmekle gözlemlemek arasında bir yerde durduğunu, görmenin çok sıradan bir duyu mekanizmasının sonucu olduğunu ama bu fikrini çok daha fazla işlemesi gerektiğine inandığını, kayıt yapmayan bir kameranın, yani aynen kafasının içindeki gibi bir kameranın salt gözlemleme eyleminin kendisi olduğunu, yine de hemen beline bağlı bir hard diske istediği zaman kayıt yapabildiğini ama şimdi korkmaması gerektiğini, çünkü kayıt yapmasını gerektirecek herhangi bir durum olmadığını, kayıt yapmanın mazi denen gizemli alanı talan etmek olduğuna inandığını, salt gözlem yapabilen kişinin maziyle herhangi bir şekilde işinin olmayacağını, çünkü bunu başarabilen insanın tam anlamıyla şimdide yaşayacağı için ve bu sayede de şimdideki yaşantıyla bütünleşebileceği için hiçbir şekilde mazinin pırıltılı yalanlarına kanmayacağını, kamera kafasının içine ilk yerleştirildiğinde büyük bir şok yaşadığını, kapanan gözlerinin yerinde her şeyin ardındaki gerçeği gören bir kapının aralandığını sandığını, arkadaşının, yani kafasına bu kamerayı yerleştirme fikrini kendisine açan ve bu konuda çok ısrarcı olan ve hatta bunu yapmasının hayatını değiştireceğine inandığını söyleyen arkadaşının, yani şimdilerde bir başka çölde kayıp olan ama bir gün bulunacağına kesinkes inandığı arkadaşının, yani şu an dünyanın ücra köşesindeki küçücük bir ülkenin tehlikeli ve sağı solu belli olmayan, gözü dönmüş lideriyle iş birliği yaparak tehlikeli silahlar tasarladığından korktuğu arkadaşının bu konuda endişelenmemesi gerektiğini söylediğini, nitekim arkadaşının haklı çıktığını, çünkü bir teleobjektiften dünyaya bakmanın asla ama asla anlatılamayacak bir deneyim olduğunu, çok uzaktaki şeylere onlar fark etmeden yaklaşabilmenin ancak bir kartal tarafından anlaşılabileceğini, dünyanın kafasının içinde bir büyüyüp bir küçülen görüntülerin peş peşe sıralanmasından oluşan bir slaydı andırdığını ama bu türden benzetmelere gitmenin içinde bulunduğu durumu tarif etmenin hiç de akıllıca bir yol olmadığını, çünkü kendisi gibi görebilen birinin asla ama asla benzetmelere ihtiyaç duymayacağını, çünkü kendisinin dünyanın bir oluşunun belki de tek şahidi olduğunu, bunun biyoteknolojik bir mekanizmanın zorunlu sonucu olup olmadığı üstüne kafa yormanın ne G. için ne de bir başkası için bir faydasının olabileceğini, çünkü kafa yormanın temelinde bulunan düşüncelere kapılma hastalığının bu çölde çok ama çok amansız olduğunu, arı gözlem yapabilen yegâne varlığın tanrı olduğunu ama arı gözlem yapmanın artık mümkün olmadığını, bunun tanrının değil de dünyanın yapısındaki değişimle bağlantılı olduğunu söyledi, kamerasını aya çevirip tüm bu söylediği şeyleri her zaman karşısında kim olsa söylüyormuş gibi bir hareketle teleobjektifini G.’ye döndürerek ve sanki onun kafasının içinden geçenleri anlamaya çalışıyormuş gibi zum yaparak arkadaşının aslında bu teknolojiyi insanların faydası için icat ettiğini, ama böyle bir zamanda insanların faydası için olabilecek bir şeyden söz etmenin çok zor olduğunu, kendisinin belki de salt gözlem yapmaya çalışarak dünyanın getirdiği onca yıkımdan ve zulümden kaçmaya çalıştığını, çünkü bir cinayetle bir doğuma aynı ruh hali içinde bakabilmenin ne demek olduğunu asla tam anlamıyla anlayamadığını, belki de bu işi tanrıya bırakmak gerektiğini, çünkü insanın gözlemlenmeden asla var olamayacağını, kim olursa olsun bir insanın var olabilmesi için bir başkasının gözlemine ihtiyaç duyduğunu ve bunun temelinde yalnız kalmamak arzusundan ve kabullenilmek tutkusundan çok daha derin yönelimlerin bulunduğunu, bir başkasının bakışı içinde kaybolmanın insanın adeta yazgısı olduğunu, çünkü bu bakıştan kendisini soyutlayabilen kişinin mutlak yalnızlık denen cehennemle yüzleşmesi gerektiğini bu nedenle gözlemlenme bağımlısı olan insanın etrafında kendisini gözlemleyecek birini bulamadığı takdirde kendi içinden bir başka gözlemci çıkararak kendi objektifini kendisine çevirdiğini, işte şu an kafasının içinden karşısındaki G.’ye çevrilmiş bu objektifin insanı kendi kendisinin gözlemcisi olmaktan kurtardığını, çünkü insanın kafasının orta yerindeki bir kameranın asla ama asla kendisine yöneltilemeyeceğini, çünkü kameranın bir makine olduğunu ve herhangi bir makinenin salt akıl olduğunu, salt akıl olan bir şeyin kendi kendisine yönelen objektif gibi akıldışı durumlardan azade olduğunu anlattı ve bunları anlatırken aklının içinden çok daha başka şeyler geçiriyormuş gibi objektifini bir an G.’nin ayaklarına çevirip duraksadı ama bu duraksama fazla uzun sürmedi çünkü G. daha kameranın ne yöne baktığını anlayamadan kara gözlüklerin altında kıpırdayıp duran dudaklardan dökülen sözcüklerin ücra bir ülkenin ücra bir köyünün tam üstünde patlayan bir bombanın köyü nasıl dümdüz ettiğinden, köyde sonradan çekilen belgesellerde köylülerin cesetlerinin nasıl adeta dümdüz olduğunun anlatıldığından, bu silahın imalatçısı olan ülkenin liderinin konuşmalarındaki tehditlerin bir bir nasıl gerçekleştiğinden, sonrasındaki silahsızlanma çabalarının göz boyamaktan başka bir şey olmadığının çok geç anlaşıldığından, yetenekli arkadaşın icat ettiği bu basınç bombasıyla görünürde dünyaya ama aslında silah şirketlerine mesaj verdiğinden, kendisini kaçırmalarıyla aslında neler kaçırdığını anlatmak istediğinden, küçük bir köyü sözün gerçek anlamıyla dümdüz eden bu bombanın bir gün dünyadaki çok bilmiş ülkeleri de dümdüz edebileceği tehdidinin satır aralarında gizlendiğinden dem vururken bir yandan da çok daha renkli manzaralardan dem vurduğunu, örneğin çöldeki tesiste verilen bir partiye katılan istihbarat şefiyle polis şefinin güzel bir kadın yüzünden yumruk yumruğa kavga ettiklerini, bunun bir şekilde basına sızdığını ve devlet başkanının bir süre her iki şefi kızağa çektiğini, çöldeki tesisin boşaltılmasından sonraki her günün hemencecik fırlatılan ve tam üstlerine yerleştirilen bir uydu tarafından gözlemlendiğini ama bu gözlemlerin hiçbir anlama gelmediğini, çünkü çölün ortasındaki terk edilmiş bir tesisin silah şirketlerinin deneme tahtası olmaktan öteye gidemeyeceğini ama bunun da yapılması gerekli diğer pek çok şey gibi bir şey olduğunu anlattı, anlatırken de aynı G.’nin kendisini dinlediği gibi kendisini dinlediğini ama ağzından çıkan sözcüklerle dinlediği sözcükler arasında olması gerekenden biraz daha fazla bir boşluk olduğunu duyumsadı ve adeta ürkerek ve sanki farkına vardığı bu gerçekten kaçmak istiyormuş gibi gecenin ne kadar güzel olduğundan, gecenin bu kadar güzel olduğunu görmenin insanoğlunun bir şansı olduğundan, kara gözlüklerini taktığı gün her şeyi yitirdiğini sandığından, ama arkadaşı ortaya çıkıp da ona bu teklifi, yani şu an kafasının içindeki şeyi kafasının içine yerleştirmeyi teklif ettiğinde duyduğu çok daha büyük korkudan bahsetti, korkmuştu çünkü körlük en azından aşina olduğu bir şeye dönüşmeye başlamış, zamanın nasıl geçip gittiğini anlamadığı gibi zamanın dışında var olduğu hissine de kapılmıştı çünkü körlüğün getirdiği karanlık o kadar sersemleticiydi ki kendisini bu durumdan kurtarmak için kafasının içinde gün aşırı kurup yıktığı dünyaların sayısı sonsuza yakınsıyor, dünyanın, yani tek ve bir olan dünyanın gözlemlenerek paramparça edilmesine bir türlü gönlü razı olmuyor, bu razı olmayışın belki de doğal sonucu olarak gözlerindeki görme yetisinin kaybolmasını tevekkülle karşılıyor, insanların mücadele etmeden bir şeyler elde edebileceklerini havsalası almıyordu ama bu düşüncelerin benzerlerine kör olmadan önce de sahipti ve G.’nin kendisini pür dikkat dinleyişi kendi içindeki düşünceleri sanki çok daha saf bir halde yakalamasına izin veriyordu ve hiç durmadan bir insanın diğer bir insanı canı gönülden hiçbir zaman dinlemediği sonucuna vardığını kendi kendine itiraf ediyordu, yine de bu itiraf edişte zamanla bilgisine varılan büyük şeylerdeki o vakur edanın bir benzeri vardı, benzer şekilde arkadaşı hayatını değiştiren o teklifle geldiğinde de içinde bulunduğu durumun yol açtığı özel koşullar nedeniyle tüm dünyaya meydan okuyan bir ruh hali içinde olduğunu hatırlıyordu çünkü o anki cahilliği içinde kaybedeceği hiçbir şey olmadığına inanıyordu, sonra G.’nin tatlı bir melodiymişçesine dinlediğine inandığı sözleriyle arkadaşının teklifini nasıl kabul ettiğini, yeniden görebilecek olmanın sevinciyle geceler boyu uyuyamadığını, bir insanın şimdi kendisinin olduğu gibi hem kör hem de görebiliyor olması ikilemine alışmasının biraz zaman aldığını, kim ne derse desin bu durumun insanın sinirlerini biraz yıprattığını, yine de arkadaşına müteşekkir olduğunu, onu her zaman minnetle ve şükranla andığını, çünkü başına gelen bu hem talihli hem talihsiz olayın aslında insanlığın genel yazgısı bakımından çok önemli sonuçlara gebe olabileceğini, salt gözlem yapabilen insanların hayatını sürdürdüğü bir dünyanın tam anlamıyla barışçıl olabileceğini, bu dünyada artık politikaya ve çekişmelere yer kalmayacağını, gerçeği olduğu gibi gören insanın tüm bunların anlamsızlığından sıkılacağını ve hayatını gözlem yapmaya adayacağını, çünkü salt gözlem yapabilen bir insanın artık salt gözlemden başka hiçbir şey yapamayacağını, çünkü salt gözlemin sağlayacağı ruhsal doygunluğu başka hiçbir şeyin sağlayamayacağını, ama insanın tanrı rolü oynamaya kalkmasının da sorgulanması gerektiğini, kendisi tanrıya olan inancını artık sorgulamasa bile sorgulaması gereken insanların elbet ortaya çıkacağını ve bunun kolayca halledilebilecek bir mesele olmadığını, kendisini filme çeken bir sinemacıyla bunları tartıştığını ama herhangi bir sonuca ulaşamadıklarını, çünkü filme çekme olayını filme çeken bir başka sinemacının gözlemin yönünü saptırdığını, daima içe yönelme ve derinleşme eğiliminde olan gözlemi yatay düzleme taşıdığını, daha sonra kendilerinin içinde bulunduğu filme çekme olayını filme çeken sinemacıyı filme çeken bir başka sinemacının kum tepelerinin ardında ortaya çıktığını, bu olayın ardından kendisinin varlığın güvenliği adına polis şefini aramak zorunda kaldığını, polis şefinin çok öfkelendiğini ve belki de bu yüzden şimdi ikisini gözlemleyen ve kendilerini gözlemleyen uyduyu gözlemleyen bir başka uyduyu fırlattıklarını, ama tüm bunların beyhude çabalar olduklarını, çünkü kendisini körlüğe taşıyan olaylar zincirinin ardındaki gözlemleme eyleminin de benzer şekilde bir başkasının varlığına ihtiyaç duyduğunu, belki de körlüğünün simgesel olduğunu, salt akıldan ibaret bir objektifin alnının ortasında gözlem yapmasından rahatsız olmadığını, çünkü artık alnının ortasındaki objektifin bir objektif değil de onun gözü olduğunu, böyle bir göze sahip olmanın kendisini rahatsız etmediğini, fakat kimi zaman gözlerinin yaşarmasını özlediğini, gözlerine toz kaçmasını özlediğini, gözlerinin kızarmasını ve gözüne göz damlası damlatmayı özlediğini, bir çiçeğe onu olduğu gibi gören biri gibi değil de çiçeğin, arzularının merceği altında bükülebileceğini bilen birisi gibi bakmayı özlediğini, çöle saçılıp duran cesetlere hiçbir şeyin ölümsüz olmadığı bir evrende sıradan et parçaları ya da ne ise o varlıklar gibi değil de insanın midesini bulandıran, kanını donduran, ölümden kaçmasına neden olan iğrenç artıklar gibi bakmayı özlediğini, çünkü çölün salt gözleminin yalnızca bir yanılsama olabileceğini düşündüğünü, ama bu düşünceden hemen kaçmayı tercih ettiğini, kaçmazsa çok daha büyük sorularla muhatap olmak zorunda olmaktan korktuğunu, bazen arkadaşına benzeyen bir gölgenin usulca kumlar üstünden kayıp gittiğini, onunla ilgili herhangi bir araştırma yapmak ya da onunla alakalı bir şeyler okumak yeteneğinin elinden alındığını, çünkü henüz salt gözlemi nesnel veriye dönüştürebilecek bir teknolojinin geliştirilmediğini, oysa bunu G.’nin çok kolay yapabildiğini, bazen arkadaşına kızdığını, özellikle onun gölgesine benzeyen bir gölgenin kum tepelerinde usulca gezindiğini düşündüğünde bu kızgınlığının olağanüstü boyutlara vardığını, kimi zaman terk edilmiş tesisin içinde tıpır tıpır ayak sesleri duyduğunu, G.’yi aslında G.’nin kendisini gördüğü gibi görmediğini, bu çölde dolaşmaya mahkûm bir zavallı olduğunu, yine de silah şirketlerinin bu gizli teknolojiyi ele geçirmek için peşine casuslar takıp bu çöle gönderdiklerine inandığını, arkadaşının bir gün kendisini bu casuslardan korumak için geri döneceğini düşündüğünü, çünkü aksini yapmasının mümkün olmadığını anlattı, hatırladığı kadarıyla ki hatırlamaktan anladığı G.’nin anladığından çok daha farklıydı, arkadaşı her şeye küsüp de dünyanın ücra köşelerinde kaybolmadan önce onu bu tesise bırakmasının esas sebebini de açıklamıştı ama bunu şimdi G.’ye söyleyemezdi çünkü bu arkadaşına ihanet etmek olurdu, bazen ona ihanet etmeyi düşündüğü de oluyordu, şu an örneğin bir casus gece görüş kamerasıyla onları gözlemliyordu, aynı şekilde bir başka casus da tüm bu gözlemleme olayını gözlemleyerek üstlerinin gözüne girmeye çalışıyordu, burada biraz durup gözlemlemekle gözetlemek arasındaki incecik farkı açıklamaya koyuldu, ona göre gözetlemek eylemi gözetlenen bir özne olmasını zorunlu kılıyordu, hiç kimsenin bir eşyayı ya da bir hayvanı gözetlediği olmamıştı, fakat gözlemleme her şey için geçerliydi, gözetlemedeki öznel tavır yerini gözlemlemedeki nesnel tavra bırakıyordu, yine de gözlemleyen birinin gözetlemeye başlaması ya da gözetleyen birinin gözlemlemeye başlaması sık görülen şeylerdi, özellikle de bu çölde çünkü çöl en başta coğrafi yapısı gereği insanın dengesini alt üst eden bir yerdi, bu nedenle bir eylemin kendisinin neredeyse zıttı olan bir başka eyleme dönüşmemesi için ortada, yani çölde hiçbir sebep yoktu, belki de arkadaşının onu bu çölde terk edip gitmesinin nedeni bu tür zıt eylemler arasında ne gibi tepkiler verileceğini ortaya koymaktı, tabii ki bu tür deneyler onu gözlemleyen ya da gözetleyen casuslar için geçerliydi; kendisi ne de olsa salt gözlemciydi.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar